İkinci Meşrutiyet’in sağladığı basın özgürlüğü ortamında “bir iki kendini bilmez sersem!” Arap kavmine laf söylemiş. Beyrut’un birkaç gazetesi de bundan alınmış ve polemiğe başlamış. Mizancı Murad Efendi de “Mizan” gazetesinde ortalığı yatıştırmak uğruna çanak yalayıcılığa soyunmuş. Bırakın eşitliği, Arapların zaten Türklerden üstün olduğunu, Türklerin Arapları anaları gibi bildiğini, kutsamaktan geri kalmadıklarını söylemekten çekinmiyor. Mizancı Murad fikri çalkantılarla dolu hayatının son demlerinde “İslamcılık”ta karar kılmış bir kaybeden…
Son hutbesinde “Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığını” beyan eden bir peygamberin ümmeti olmaktan ne anladığı da aşağıdaki yazısında ayan beyan ortada zaten.
ARAP VE TÜRK
Yaptığını da, yazdığını da bilmez sersemin biri yahut ikisi makalelerinde cahilane bir takım sözler cümleler kalemlerinden kaçırmışlar imiş.
Dinen, medeniyeten kavm-i necib-i Arab’a karşı, yevm-i zuhurumuzdan beri medyun bulunduğumuz, ilelebet medyun bulunacağımız hüsn-i hürmet ve şükranı, hesaptan kaçırmışlar imiş.
Şazsız kaideler pekala şeyler olduğu şüphesizdir. Fakat kaidede bir iki şaz bulunmak ile beraber kaide yine kaide demektir.
Ortada makbul ve muteber kaideler dururken kaza nev’inden bir iki şaz görülmesine fazla ehemmiyet verilmekte muteber olmasa gerektir.
Evet, acemi kalemlerden kavm-i necib-i Arab’a karşı bir iki cümle kaçırılmış. Şiire olan ibtila belasıyla tevzin-i meani lüzumu hesaba katılamamış. Şimdiki gibi matbuat kargaşalığında tabii olan şu gibi nisyanlara lüzumundan çok fazla ehemmiyet verilmiş, iş bazı tarafça mesele rengini almıştır.
Bazı zevat-ı kiram ile birkaç Beyrut rüfekamız ehemmiyeti mahdud olması lazım gelen şu keyfiyeti i’zam ile serd-i muahezata lüzum görmüşler. On iki milyonluk bir unsur-ı necibe karşı onu tahkir kasdıyla yad etmek raddesine kadar varmışlardır
Bu ise ifratçılıktır.
Türk kavmi hiç bir vakitte Arap kavm-i necibini kendi nefsine bile müsavi addetmekte kalmayıp daima kendinden yukarı tutmuştur.
Bir evlat öz anasını nasıl kendinden pek yüksek ve muhterem tutarsa, cemi zamanda Arapları kendilerinden yüksek tutarak ta’zim ve ihtiramda kusur etmemişlerdir.Bir Türk’ün mevcudiyet-i maneviye ve ruhaniyesi din-i İslam ile ahenk ve tevazun kesb etmiştir. Kuran-ı Kerim lisan-ı azbü’l-beyan-ı Arab üzere nazil olmuş, peygamber-i zişan eşref-i kabail-i A’râb olan Kureyş içinden intihab buyurulmuş. Eimme-i erbaa, e’azım-ı fukaha, ekâbir-i hükemâ, efadıl-ı üdeba… Hep Arap kavm-i necibinin şükran ve ihtiram-ı ebedimize bahş ettiği hedâyâ-yı mukaddesedir.
Bunun için hatta müsavat iddiasında bile bulunmuyoruz. Her daim Arap kavm-i necibini kendimize faik, kendimizden yüksek, kendimizden muhterem… yani asıl anamız bilerek takdis ve tebcilde kusur etmiyoruz.
Binaenaleyh hürriyet-i matbuatın semerat-ı muvakkitesi olarak hadlerini şaşırmış bir iki uyuz kuzunun sürüde görülmesine Arap rüfeka-yı muhterememiz tarafından fazla ehemmiyet verilmese yeridir.
0 Yorumlar